Konut

Konut denilince aklımıza ilk olarak taşınmazın
bütünleyici parçası olan bağımsız bölüm ya da müstakil ev ve dolayısıyla da
yapının bir türü olan bina gelmekle birlikte her binanın konut olmadığını
belirtmek gerekir. Daha doğru bir tabirle konut, binadan farklıdır. İmar hukuku
yönünden 3194 sayılı İmar Kanunu m.5’te tanımlandığı üzere bina; kendi başına
kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların
oturma, çalışma, eğlenme ve dinlenmelerine veya ibadet etmelerine yarayan,
hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılar olarak tanımlanmıştır. Bu
tanıma göre bina kavramı içinde, konut, işyeri, hayvan barınağı veya eşya
saklama yeri de yer alır. Genel literatürde ise konut; insanların yatıp
kalktığı, iş zamanı dışında eğleştiği veya gereğinde tüzel kişiliğin içinde
bulunduğu ev, apartman gibi yer olarak nitelendirilmektedir. Ancak konutun
müstakil bina olarak algılanmaması gerekir. Günümüzde binaların genelde dikey
yerleşim sistemine göre dizayn edilmesi sonucu binalarda bağımsız bölümler
oluşturulduğuna göre, insanların içinde yaşamlarını sürdürdükleri bu bağımsız
bölümlerle eklentileri de konut kapsamında kalır. Kat mülkiyeti Kanunu’na göre
de içinde oturulabilir nitelikteki her bağımsız bölüm de konut sayılır.[1]
Bir yerin, kira ile ilgili hükümler çerçevesinde
konut olarak kabul edilebilmesi için, onun kişilerin sürekli oturması amacıyla
kiralanması gerekir. Kiralanan konut MK m. 19 vd. anlamında yerleşim
yeri(ikametgah) niteliği taşıması gerekli değildir. Burada önemli olan,
kiracının uyumak vb. ihtiyaçlarını karşılayan ve onu dış etkenlerden koruyacak
bir mekan niteliğinin bulunmasıdır. Bu bağlamda, kira konusu konutun dış yapısı
değil, sözleşme ile öngörülen kullanım amacı ilk planda belirleyicidir.[2]
Bunun yanında bir yerin konut olarak
değerlendirilebilmesi için arza bağlı olmasındaki süreklilik kavramından ayrı
olarak barınmaya elverişli olarak sürekli olması da gerekmektedir. Dolayısıyla
ortalama makul bir insanın normal şartlarda bir yerde kalabileceği ortalama bir
zaman boyunca kalması niyetini ortaya koyacak nitelikte olması aranmaktadır. Bu
anlamda bir kışın orada geçirilmesi amacına hizmet edecek düzeyde veya bir
şehirde ortalama kalınacak süre boyunca barınma ihtiyacını karşılamaya
elverişli olmalıdır.
Kanun kapsamında bir yerin konut olarak
değerlendirilmesinde bir diğer ölçüt ise o yerin sabit olmasıdır. Bir yapının
taşınabilir nitelikte olması onun sabit olarak kullanılmadığı anlamına
gelmemektedir. Çünkü her ne kadar taşınır yapılar hareket edebilecek vasfa
sahipseler de sabit olarak kullanıma özgülenirlerse konut veya işyeri
kapsamında değerlendirilebilirler.
Kanunda, konut için ayrıca “çatılı” ifadesi
kullanılmış değildir. Fakat her hâlde konutun, kişinin tabiatın etkilerinden
kişiyi koruyucu ve konaklama (barınma) ihtiyacını giderici nitelikte bulunması
şarttır. Fizikî olarak bu şartları taşıyan bir yapının ayrıca bir çatısının
bulunması ise zorunlu değildir. Çünkü konut doğası gereği zorunlu olarak üstü
kapalı olma unsurunu içerir.[3]
Konutun en önemli özelliği, insanların yaşamlarını
onun içinde sürdürmeleridir. Eğer bu yaşam biçimi içerisinde bir iş de
yapılıyorsa, ( örneğin, ev kadınının aynı zamanda trikotaj işi yapması gibi) o
iş, yaşanılan yerin konut niteliğini ortadan kaldırmayacaktır.[4]
Konutun belirli niteliklere sahip olması, örneğin
çok lüks olması, birden fazla kattan oluşması, oda sayısının fazlalığı vb. TBK.
339 vd. hükümlerinin uygulanması bakımından fark etmez. 6098 sayılı Kanunda,
konutun sözü edilen nitelikleri bakımından bir ayrım yapılmamıştır.[5] Yine
kiralanan konut möbleli[6] veya
möblesiz bir daire veya oda olabilir; kiralanan yerin mutfak ve tuvalet gibi
her türlü günlük ihtiyaçları sağlayacak nitelikte olması gerekli
görülmemektedir.[7]
Kiralananın ayıplı olması da konut kirası olarak nitelendirme bakımından önem
taşımaz.[8]
Türk Medeni Kanunu m. 728’de[9]
(hafif yapılar) niteliğinde olmamak kaydıyla, gecekondu diye tabir edilen
yerlerin de bu kapsamda kaldığı kabul edilmelidir. Zira, TBK’nın amacı bu
sonuca varmayı gerekli kılmaktadır. Bunun gibi, son zamanlarda rağbet gören
prefabrike yapılar için dahi aynı şekilde düşünülmelidir.[10]
Yasakoyucunun konut için “çatılı” ifadesini
kullanmamasının temelinde, barınma ihtiyacını karşılaması beklenen konutun,
işin niteliği gereği üstünün örtülü olması gerektiği düşüncesi yatmaktadır.
Gerçekten, kira sözleşmesi bakımından “konut”tan anlaşılması gereken,
kiralananın kiracının barınma ve çevre etkilerine karşı asgarî düzeyde de olsa
koruma sağlayan bir mekândır.[11] Bu
yüzden “konut”tan söz eden TBK. 339 hükmünde, 6570 sayılı Kanunundan farklı
olarak “musakkaf” ya da bu anlama gelecek bir ifadenin kullanılmaması tereddüde
yol açmamalıdır.[12]
[1] Aydemir, s.25.
[2] Fahrettin Aral, Hasan Ayrancı, Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri,
Yetkin Yayınları, Ankara, 2016, s.222.
[3]
M. Murat İnceoğlu, “Kira Sözleşmelerinin
Kurulması ve Yenilenmesi”, Türk Borçlar Kanunu Sempozyumu, Makaleler –
Tebliğler, İstanbul, 2012, s. 247.
[4] Aydemir, s.25.
[5] Gökyayla, s.1218.
[6] Mobilyalı
[7] Mustafa Alper GÜMÜŞ, Yeni 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununa Göre
Kira Sözleşmesi, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2015, s.16.
[8] Gümüş, s.24.
[9] “Başkasının arazisi üzerinde kalıcı olması amaçlanmaksızın yapılan
kulübe, büfe, çardak, baraka ve benzeri hafif yapılar, bunların malikine
aittir. Bu tür yapılar, taşınır mal hükümlerine tâbi olur ve tapu kütüğünde
gösterilmez.”
[10] Nihat Yavuz, Kira Sözleşmesinin Feshi ve Kira Bedelinin Belirlenmesi Davaları,
Adalet Yayınevi, Ankara,2013, s.220.
[11] Gümüş, s.23.
[12] Gökyayla, s.1217-1218.